Pulitzer ödülü almış “LA Weekly” gastronomi eleştirmeni Jonathan Gold kahve akımlarını, 2008’de şu şekilde anlatmış: “İlk devre kahve akımı, Amerikan kahve kültüründe 19. yüzyılda başlamıştır ve bugün de iyi bildiğimiz dondurulmuş anlık kahveleri (eski dönemlerde Amerika’da çok iyi bilinen Folgers kahve markası gibi) insanlara tanıtmıştır. İkinci dalga, 1960’lı yıllar itibariyle Amerika’da Starbucks’ların kafeinsiz latteler, yöresel kahveler ve espresso satmasıyla başladı. Şu andaysa üçüncü kahve akımını yaşıyoruz. Bu dönemde çekirdeklerin ülkeler yerine, hangi çiftliklerden geldiğini, kavurmanın kahveyi sadece kullanılabilir kılmak yerine, karakteristik özelliklerini ortaya çıkaran bir sanat olduğunu ve muazzam aromaları tecrübe ederek öğreniyoruz.”
Aynı şarap, viski ya da zeytinyağı gibi. Kahve artık, standart bir ticari meta yerine, bir zanaatkar elinden çıkmış, her biri diğerinden farklı özellikleri olan keyif verici bir nektar olarak görülüyor. Üretimin her aşaması, yetiştiricilik, hasat, işlenme, kavurma çok önemli ve farklı bir uzmanlık alanı. Batı’da iyi bir barista, iyi bir aşçı ya da somölye kadar saygı görüyor. Baristaların hemen hepsi tek ve genelde yüksek irtifalı bir bölgeden (single orijin) gelen çekirdekleri tercih ediyor ve kompleks aromaları ortaya çıkarmak için açık kavurma ve kahvenin acılığını alıp gövdesini ipek gibi yapan damıtım yöntemlerini tercih ediyor. Şüphesiz sizler de evinizde taze ve az kavrulmuş çekirdekler ve modern filtreleme yöntemleriyle benzer sonuçlar elde edip farklı çekirdeklerin farklı aromalarını karşılaştırabilirsiniz.
GENÇLER VE AYDINLAR DAHA ÇOK TERCİH EDİYORLAR
Amerika’da ve Batı ülkelerinde elbette ki her üç dalga yan yana ve mutlu şekilde birlikteliklerini sürdürüyor. Özellikle orta alt kesim anlık kahve tüketirken, gençler ve aydınlar iyi kahve içmeye büyük önem veriyor. Sevindirici olan, bizde de kahve akımının hızla ilerlemesi ve İstanbul’un birçok mahallesinde iyi kahvelerin açılması.